15 Ocak 2011 Cumartesi

İç ve Son Ses

Sokak lambalarının aydınlatmakta tereddüt ettiği bir kaldırımda yürüyorum. Basmamaya özen göstererek takip ettiğim kaldırım taşı çizgilerinin beni varmak istediğim yere götüreceğinden pek emin olmasam da bu eksenin dışına çıkmamakta kararlıyım. Çaba gösterdiğim şeylerde başarılı olma konusunda giyotine bağlı bir soytarı kadar iyi olduğumu size söylemiş miydim? Kısa süreli bir seyir halinden sonra izlediğim kaldırım çizgisinden ayrılarak protez bir tabelayı üzerinde barındıran pubdan içeri giriyorum. Uzaylılar tarafından işgal edildikten sonra terk edilen sefil bir gezegeni andırıyor bana. Yabancı olmadığım bir manzara olduğu için adapte olmakta zorluk çekmiyorum. Bu kısa süreli adaptasyon sürecinden ardından bardaki sandalyelerden birine oturuyorum. Alçak sesle, daha doğrusu iç sesimle cin tonik içmek istediğimi söylüyorum. Dudaklarım dublaj konusunda bana yardımcı oluyor. Daha sonra kararımı olgunlukla karşılayan barmen cin’i himayeme bırakıyor. Cinle yetinmeyip şişeyi de bırakmasını rica ediyorum. Vedalaşma fasılları uzun sürmüyor. Vücut sıvılarımdaki alkol oranını bir an evvel dengelemek için bardağı aradan çıkarıp şişeyi devreye sokuyorum. Pratik bir reaksiyon ile vücut ağırlığımı yarısına indirebilecek cin’i yutmak fazla vaktimi almıyor. Gözüm barın üzerinde duran fanusun içindeki İrlanda çöreğine takılıyor fakat umursamıyorum. Etrafıma bakındığım esnada iç sesim bir şeylerden bahsetmeye başlıyor. Doğru yerde, doğru zamanda olamamamın mesaisini ne kadar çok arttırdığından, benimle çalışmaktan sıkıldığından ve avare bir metin yazarı olarak hiçbir bok olamayacağımdan. Ona aldırmadan şişeyi tekrar kafama dikiyorum. Bu kez sesini yükseltiyor: Ruh hastası götveren! Müşkül pezevenk! O senin son şansındı! Şansa inanmadığımı o da biliyordu. Zar atmayı sevmiyordum. Tekrar sesini yükselteceği sırada şişenin geri kalan kısmını yudumlayarak iç sesimi emekliye ayırdım. Benden bir başkası ile çalışmak istediği takdirde onu emekli edeceğim konusunda bir anlaşmamız vardı. Artık yok. Oturduğum sandalyeden kalkarak dışarı çıkıyorum ve yürümeye kaldığım yerden devam ediyorum. Bomboş bir sokak. Işıklarda, yolda olmayan arabaların durmasını bekliyorum. Aynı zamanda yeşili. Yeşil yanıyor, hayalet arabalara saygıder içtenliğimi göstermek için başımı hafifçe eğip selam veriyorum. Diğer kaldırıma ayak bastığım anda yerde duran kırmızı bir elmayı fark ediyorum. Sanırım beni bekliyor. Onu daha fazla bekletmemek için yavaşça yere eğilip ellerimin arasına alıyorum. Ceketimin koluna silip, ilk ısırığı almak için ağzıma götürdüğüm esnada gökyüzünde daha evvel hiç görmediğim ve bana doğru yaklaşan bir şeyi görüyorum; göktaşı. Görmüş ve görebilecek olduğum ilk göktaşıydı. Daha evvel iç sesimin de bahsettiği gibi, doğru yerde doğru zamana hasıl olamıyordum.

Bitti.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder